Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde görülen, sadece büyük bir cihan devletinin yavaş yavaş erimesi, topraklarını kaybedip kendi kabuğuna çekilmesi değildi. Doğu'nun değerlerine yabancılaşmaya başladığı, Batı medeniyetinin aldığı mesafeyle hayatları kuşattığı bir dönemde aydınlardan başlayarak bütün toplumun arada kalmışlığının nedenlerini, kendisini bu dünyaya ait kılan değerlerin ne olup olmadığını sorgulamaktan kaçamadığı yıllardı bu yıllar. İsmail Dede Efendi musikide, Şeyh Galib edebiyatta son sözü söylemişlerdi. Şimdi yeni bir söz bulma, batı karşısında, ona öykünerek ama ondan farklı değerler üzerine kurulu bir gelenekten geldiğini unutmadan yeniden varolma zamanıydı.
Hayatı Doğu-Batı ekseninde geçti
23 Haziran 1901 yılında İstanbul'da doğan Ahmet Hamdi Tanpınar bu sancıyı bütün benliğiyle hissetmiş ve hayatını doğu-batı ekseninde, geçmişine sahip çıkarak yeni olanın güzelliğinin farkına varmaya adamıştı. Bir yanında mimarisi, estetiği, musikisi ve tasavvufuyla büyük bir geçmiş varken öbür yanında söz, felsefe ve müzik ustalarıyla anlaşılmayı bekleyen yeni bir dünya vardı.
Çocukluğunu Anadolu insanı şekillendirdi
Ahmet Hamdi Tanpınar, aslen Batumlu olan Kadı Hüseyin Fikri Bey ile Nesime Bahriye Hanım'ın üçüncü çocuklarıydı. Tanpınar'ın çocukluğu ve ilk gençliği babası Hüseyin Fikri Bey'in tayin edildiği Anadolu şehirlerinde geçti. Diyarbakır, Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya Tanpınar'ın çocukluk anılarında, doğası ve insanlarıyla derin izler bıraktı. Sadece büyükşehir kültürünü değil taşranın doğasını, tarihini ve sosyal yaşamını gözlemleme imkanı buldu.
Eğitimi için Antalya'dan İstanbul'a geldi
Birinci Dünya Savaşı'nın sona erdiği, Mondros Ateşkes Antlaşması'yla Osmanlı İmparatorluğu'nun tasfiye sürecinin başladığı günlerde Ahmet Hamdi Tanpınar, yüksek öğrenimini yapmak üzere Antalya'dan İstanbul'a geldi. Bir yıl kadar Halkalı Ziraat Mektebi'nde okuduktan sonra, Darülfünun'un (İstanbul Üniversitesi) Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne geçti. Bölüm hocaları Cenap Şahabettin, Yahya Kemal, Ferit Kam, Hüseyin Daniş, Necip Asım, Fuat Köprülü gibi alanlarında otorite olan, dönemin iyi yetişmiş eğitimcileriydi. Araştırmacı tarafı güçlü ve edebiyata yatkın olan genç Ahmet Hamdi'yi en fazla etkileyen ve önüne yeni ufuklar açan isim Yahya Kemal Beyatlı oldu.
Dergâh Dergisi'nde yazmaya başladı
Şiirde mükemmelin peşinde koşmaya kararlı olan Ahmet Hamdi Tanpınar için, işgal yılları İstanbul'unun en önemli yayınlarından biri olan Dergâh Dergisi adeta ikinci bir okul oldu. Toplam onbir şiirinin yayınlandığı bu dergide hocası Yahya Kemal ve Ahmet Haşim gibi usta isimlerle beraber Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Nurullah Ataç ve Ahmet Kutsi Tecer gibi genç edebiyatçılarla dostluklar kurma, şiir, roman ve estetik konularında tartışma imkanı buldu.
1923 yılında Şeyhî'nin Hüsrev ü Şirin mesnevisi üzerine yaptığı tez çalışmasıyla Darülfünun'dan mezun olan Tanpınar, aynı yıl Erzurum Lisesi'ne edebiyat öğretmeni olarak atandı. Erzurum'dan sonraki görev yeri Konya idi. Gerek derslerde gerek ders dışı zamanlarda, hayatında sürekliliği olan tek uğraş edebiyattı. Anatole France, Edgar Allan Poe, Andre Gide, E. T. A. Hoffmann, Marcel Proust, Dostoyevski ve Goethe gibi yazarların eserlerini tekrar tekrar okuyor, onlarda yeni dünyalar, imgeler ve anlatım biçimleri keşfediyordu.
Türk Klasik Mûsikisi ile ilk tanışma
26 yaşındayken ilk kez okuduğu Fransız şair Paul Valery, Tanpınar'ın estetik algısına yepyeni bir boyut kazandırdı. Yine Konya'da bir Mevlevi ayininde dinlediği bir Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi bestesi onda Türk Klasik Mûsikisini tanıma, bu büyük mirası anlama ve içselleştirme duygusu uyandırdı. Hem batı hem de doğu formlarıyla mûsiki, onun zengin ruh dünyasına her zaman eşlik eden, hayatın ağırlığını kaldırmayı bir nebze de olsa kolaylaştıran bir evrendi.
Estetiğin bütün disiplinlerinde söz sahibiydi
Ahmet Hamdi Tanpınar 1927 yılında Ankara Lisesi'ne tayin edildi. Üç yıl sonra Gazi Eğitim Enstitüsü edebiyat hocalığına getirildi. 1932 yılında yeniden İstanbul'a döndü. Kadıköy Lisesi edebiyat öğretmenliğinin yanında Güzel Sanatlar Akademisi'nde Sanat Tarihi dersleri vermeye başladı. Henüz otuzlu yaşlarının başlarındayken estetiğin bütün disiplinlerinde söz sahibi, geniş bir birikim ve perspektifle hayata bakabilen bir aydındı. Bütün birikimini incelik ve hassasiyetle oya gibi işleyerek ve en mükemmele varmaya çalışarak şiirde dışa vurmak istiyordu. Ona göre şiir, hayatımızın maddi taraflarıyla, gündelik meşgaleleriyle bir ilişkisi olmayan saf bir his uyandırmalıydı.
Rahatsızlanarak uzun süre hastanede yattı
1934-1939 yılları arasında Güzel Sanatlar Akademisi'nde Sanat Tarihi hocalığını sürdüren Tanpınar, 1938 yılında geçirdiği bir rahatsızlık nedeniyle uzun süre hastanede yattı. Bu rahatsızlığın izlerini hayatının sonuna kadar taşıyacaktı. 1939 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Yeni Türk Edebiyatı kürsüsünün başına profesör ünvanıyla getirildi. Bu kürsüde derin Türk edebiyatı tarihi bilgisiyle bir çok öğrencinin yetişmesinin yanı sıra, bu disipline getirdiği usullerle de yeni bir çığır açtı. Yetiştirdiği öğrencilerden biri de Türk Edebiyatı'nın büyük yazarlarından, Aylak Adam ve Anayurt Oteli romanlarının yazarı Yusuf Atılgan'dı. Yusuf Atılgan, 1958 yılında Varlık Dergisi'ne verdiği bir röportajda Ahmet Hamdi Tanpınar için, "En büyük şansım üç yıl Ahmet Hamdi Tanpınar'ın öğrencisi olmam. Örneğin Recaizade'den Proust'a, Gide'e, iyi müziğe atlayarak anlattığı derslerin ve ara sıra özel konuşmalarımızın yazarlık mizacımda büyük etkisi olduğuna inanıyorum." demişti.
Kahramanmaraş milletvekili oldu
Ahmet Hamdi Tanpınar 1942 yılında Kahramanmaraş milletvekili olarak TBMM'ye girdi. İstanbul'dan, derslerden, öğrencilerden uzaklaşmak, uzun zamandır tasarladığı hikaye ve romanları yazmak için bir imkan demekti.
Romanlarını kaleme almaya başladı
Önce Mahur Beste'yi yazdı Tanpınar. Olaylar örgüsünden çok dönemin dokusunu, sosyal yapısını irdeledi bu kısa romanda. Mahur Beste'nin ardından Huzur romanını kaleme aldı. Bugün, hemen hemen bütün edebiyat eleştirmenlerince Türk Edebiyatı'nın en önemli romanlarından biri olarak kabul edilen Huzur'da Tanpınar, karakterlerin değerlerini, ilişkilerini, dünya üzerindeki konumlarını sorgulayışlarını ve devraldıkları kültürel mirasla başa çıkma çabalarını anlattı. Huzur romanının baş karakterlerinden biri de İstanbul'du.
Ahmet Hamdi Tanpınar bu dönemde Yaz Yağmuru, Abdullah Efendi'nin Rüyaları gibi Türk öykücülüğüne yeni bir soluk getiren hikayeler kaleme aldı. Ayrıca edebiyat öğretmenliği döneminde yaşadığı, Erzurum, Konya ve Ankara'yla beraber iki eski payitaht olan Bursa ve İstanbul'u anlattığı Beş Şehir isimli deneme kitabı, kendi alanında bugün bile aşılamamış incelikte işlenmiş bir başyapıt olarak edebiyat tarihindeki yerini aldı.
İstanbul'a geri dönüş
Ahmet Hamdi Tanpınar, bir dönem milletvekilliği yaptıktan sonra 1946'da İstanbul'a geri döndü. Önce, Güzel Sanatlar Akademisi'nde ardından yeniden İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde ders vermeyi sürdürdü. Derslerde işlediği konular çerçevesinde kaleme aldığı Ondokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, alanında yapılmış en önemli çalışmalardan biri olma özelliğini günümüzde de koruyan bir kaynak kitap oldu.
Avrupa'ya seyahatler yaptı
1950'li yıllar boyunca Edebiyat Fakültesi'nde ders vermeyi sürdüren Tanpınar, bu yıllarda birkaç kez Avrupa seyahatine çıktı. Kitaplardan bildiği şehirleri görme, sevdiği yazarlarla aynı havayı soluma imkanı buldu.
1959 Haziran ayında The Rockefeller Foundation bursuyla bir yıl için yeniden Avrupa'ya giden yazar Fransa, İngiltere, İsviçre ve Portekiz'de bulunduktan sonra Haziran 1960'da Türkiye'ye döndü.
Ahmet Hamdi Tanpınar, öğrencilik yıllarından itibaren her fırsatta beraber olduğu hocası, rehberi ve dostu Yahya Kemal Beyatlı'nın biyografisini 1961 yılında yayınladı. Yine aynı yıl Osmanlı toplumundan Cumhuriyet'e geçiş sürecini, bu süreçte değişen, dönüşen kurum ve insanları ironiyle bezenmiş mükemmel bir anlatımla ele aldığı Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü yayınladı.
1990'lı yıllara kadar eserlerinin değeri anlaşılamadı
Ömrünün son demlerini İstanbul'da şehrin ruhunu taşıyan yorgun, evhamlı, belki değerinin yeterince anlaşılmadığı düşüncesiyle küskün bir şekilde sürdürdü Ahmet Hamdi Tanpınar. Bu küskünlükte yakın zaman önce kaybettiği dostları Yahya Kemal ve Hasan Ali Yücel'e duyduğu özlemin de payı vardı. Hem yaşadığı sürece hem de ölümünden sonra uzun süre Tanpınar Külliyatı dikkatlerden uzak, sadece meraklılarının ilgilendiği gizli hazineler olarak kaldı. Sağcılar için solcu, solcular için sağcı göründüğünden, Tanpınar hakettiği ilgiyi uzun yıllar boyunca görmedi. 1990 yıllarında değişen dünya koşullarında Ahmet Hamdi Tanpınar yeniden keşfedildi. Romanları, öyküleri, denemeleri birçok araştırmaya konu oldu. Birçok yeni yazara ilham verdi.
Ölümsüzler kervanına katıldı
1962 yılı Ocak ayında rahatsızlığı artan Ahmet Hamdi Tanpınar 23 Ocak 1962'de fenalaşarak Haseki Hastanesi'ne kaldırıldı. 24 Ocak 1962 saat 04:00 sıralarında vefat ederek ebediyete intikal etti. Kısa ömrüne sığdırdığı onlarca eserle gerçek anlamda ölümsüzler kervanına katıldı. Mezarı Rumelihisarı Âşiyân Mezarlığı'ndadır.
"Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır. Bu da gösterir ki zaman ve mekan insanla mevcuttur." Ahmet Hamdi Tanpınar