Dörtyol'da Fransız ve Ermenilerin Türk milletine yaptığı zulümleri, Kilikya genelinde yaşayan Türkleri direnişe götüren olayları, 'Milli Mücadele'nin ilk kurşunu Dörtyol'da atıldı' isimli makalemizde etraflıca anlatmıştık. Şimdi de, Dörtyol'da milli mücadelenin simge ismi, o dönem dağlarda gezen çetelerin lideri Kara Hasan Paşa'nın hikayesine odaklanacağız:
Çete kuruluyor
Dörtyol'da Fransızların ve Ermenilerin zulüm ve cinayetleri karşısında halk daha iyi örgütlenmeye başlamıştı. Bu sırada Kara Hasan isimli bir Dörtyollu'nun, erkek kardeşi Ermeniler tarafından pusuya düşürülüp öldürülmüştü. Kara Hasan ve birkaç arkadaşı silaha sarılıp, Fransız ve Ermenilerin işkencelerine daha fazla katlanamadıklarından Amanos Dağları'na çıktılar. Artık zulümlere dur demek isteyen Dörtyollular silahlanıp Kara Hasan 'çetesine' katılıyorlardı. Günden güne sayısı artan Kara Hasan çetesi, işgalcilere beklemedikleri bölgelerde saldırarak kayıplar verdirmeye başladılar. Çok kısa zamanda kuvvetlenen çeteyi Kara Hasan, adeta bir kurmay subay gibi ustaca idare etmekteydi. Ölçülü ve tedbirli müdahaleleriyle Fransız-Ermeni silahlı güçlerine çok şiddetli darbeler indiriyordu. Zamanla 'ele avuca sığmayan' bir kuvvet haline gelen Kara Hasan çetesi civardaki tüm Türklerin koruyucusu pozisyonundaydı ve Kara Hasan artık Fransız-Ermeni işgalcilere korku salıyordu. Böylelikle Fransızlar, köylerde yaşayan masum halka zulmetmek şöyle dursun, kendi evlerinde bile rahat olamıyorlardı.
Paşa olmamasına rağmen ona bu ünvanı verdiler
İsminin sonunda söylendiği gibi Kara Hasan, gerçekte 'paşa' değildi ama ona herkes Kara Hasan Paşa diye hitap ediyordu. Rivayete göre Kara Hasan bir gün çeteyle baskına giderken bir ihtiyar yollarına çıkıp Hasan'a minnet duygusunu ifade etmek için onun elini öpmek istemiş ancak Kara Hasan müsaade etmeyip ihtiyarın elini öptükten sonra ihtiyar Kara Hasan'a: "Sen bu memleketlerin paşasısın, Kara Hasan Paşa'sın!" deyince o gün bu gün Kara Hasan 'Paşa' unvanıyla anılır olmuş.(1)
Artık Kara Hasan Paşa müfrezesi Fransızlara ve silahlı Ermenilere rastladıkları yerde taarruz ediyor, böylece 1919 yılı başlarında henüz Mustafa Kemal, Samsun'a çıkmamışken, Dörtyol ve civarında Milli Mücadele başlamış bulunuyordu.(2)
ilk toplantı Mığır'da
Mücadelenin fitilini ateşleyen Dörtyollu vatanseverler dağa çıkarak, Mığır'ın Gücük yaylasında toplandılar. Kara Hasan'a ilaveten Deli Mustafa Ağa, Muhacir Hasan, Ömer Hoca'nın oğulları Ahmet ve Mehmet, Kuzuculu'dan Çardaklı Hoca Mustafa Çardak, Söğüt'den Cerid'in oğlu Süleyman, Döne'nin oğlu Mehmet, Çolak Mustafa, Gölpınarlı Deli Ökkeş, Akbez'den Fadıkların Ahmet Ağa, Morcanın oğlu Kere Mehmet, Hızır'ın oğlu İbrahim, Papanoğlu Mustafa ve Çaylı'dan Gavur Hacı toplantıda hazır bulunmuşlardı. Hassa'dan toplantıya gelenleri izlemeye alan Fransız askerleri toplantıyı basmışlardı. Milli mücadelenin ilk büyük çatışması sayılabilecek bu olayda çeteciler Fransızları püskürtmeyi başararak, iki yaralı Fransız askerini, atları ve teçhizatlarıyla beraber esir almışlardı. Kara Hasan Paşa çetesinde herhangi bir zaiyat mevcut değildi. Bunun hıncıyla Söğüt Köyü'ne giden Fransız askerleri, 'çetelere yardım ettiği' gerekçesiyle Ahmet Karagülle'yi tutuklamışlar, birkaç gün işkence ettikten sonra serbest bırakmışlardı. Fransızların artık kendisini rahat bırakmayacaklarını düşünen Ahmet Karagülle de silahlanıp dağa çıktı. Fransızlar birkaç gün sonra tekrar Gücük yaylasına gelerek Kara Hasan Paşa çetesine baskın düzenledi. Bu kez gafil avlanan çete, Çukurovalı Murat ile Karafakılı Hasan'ı şehit verdiler.(3)
Zamanla köylüler, ihtiyar heyetlerinden birleştirip oluşturdukları bir teşkilat sayesinde hem işgalcilerin zulmünden kaynaklı zor durumda kalan köylülere yardım ediyor, hem de Kara Hasan Paşa çetesine gerekli para ve malzeme yardımını gizlice yapıyorlardı. O günlerde Ceyhan'a bağlı Hamdili Köyü'nde ikamet eden aslen Vanlı olan Kürt Kara Yusuf Ağa da Fransız ve Ermeni zulmüne karşı çıkmış, 15 arkadaşıyla birlikte dağa çıkarak Kara Hasan Paşa müfrezesine katılmıştı.(4)
Ermenileri Fransızlar kurtardı
Eski Konya valilerinden Arif Paşa'nın oğlu ihtiyat zabiti Emin Arif Bey, arazileri münasebetiyle Hassa'da bulunuyordu. Genç yurtsever, Ekbez manastırında Ermenilerin yığınak yaptığını öğrenmiş, daha tehlikeli bir gelişme yaşanmadan önce bölgede bulunan çetelerin başına geçmişti. Bu maksatla bölgede bulunan çete reislerinden Tiyekli Mehmet Bey, Akbez'den Fadıkların Ahmet Ağa, Haydar Güneş'in babası, Söğüt'den Cerid'in oğlu Süleyman, Dörtyol'dan Ömer Hoca'nın oğlu Mehmet, Deli Mustafa Ağa, Kara Hasan Paşa, Kırıkhan köylerinden Baba Kürt İbrahim Ağa, Hassa'dan Danaburuk, İslahiye'den İhtiyat Zabiti Süleyman Efendi, Kürt Nebi Ağa ve Tiyek Kaymakamı Koca Ali Bey ile bir toplantı düzenleyerek, durumu müzakere ettiler. Toplantı sonunda tüm bu adı geçen çete liderleri tek komuta altında birleşerek, Ermenilerin yuvalandığı Ekbez manastırını kuşattılar. Şiddetli çarpışmalar sürerken Fransızlar Ermenilere yardım etmek üzere İslahiye tarafından iki kez Türk çetelere saldırdılar. Türk çetelerin Fransızlara sert karşılığı sonucu Fransızlar çekilmek zorunda kaldılar. Gün gün devam eden kuşatmada Ermeniler artık yiyeceksiz ve susuz kaldıklarından Fransızlardan imdat bekliyorlardı. Bunu bilen Fransızlar bu kez daha kalabalık bir askerle beraber yanlarında top, mitralyöz gibi ileri savaş araçları getirerek yeniden Türk çetelere saldırdılar. Türk çeteleri bu olayın istihbaratını daha önceden aldıklarından tertipliydiler. Üç gün süren şiddetli çarpışmanın sonunda Türk çetelerle Fransızlar savaşırken, Ermeniler bir ara fırsatını bulup manastırdan kaçmayı başardılar. Bu olaydan sonra Ermeniler Ekbez manastırına hiç gelmediler.(5)
Ermenilere rahat vermediler
Kara Hasan ve kuvvetleri, yurtsever Dörtyolluların kısa süredeki katkılarıyla 300 kadar kişiye ulaşmış, bu önemli kuvvet artık Amanos Dağları'nı mesken edinmiş, bulduğu her fırsatta da Fransız-Ermeni askerlerine kayıplar verdirip onları Dörtyol'u terk etmeye zorlamaya başlamışlardı.(6)
Ermenilerin küstah istekleri
Bu esnada Paris Barış Konferansı'na Ermeni temsilcisi olarak katılan Bogos Nubar, Şubat 1919'da Ermenilerle ilgili bir teklif yaparak şu pervasız isteklerde bulunmuştu:
- Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput, Sivas, Erzurum ve Trabzon'dan oluşan doğu illeri ile,
- Güneyde Maraş, Kozan, Cebel-i Bereket ve İskenderun'la birlikte Adana'nın da Ermenilere verilmesi.(7)
Bu isteklerden de anlaşılacağı üzere Ermeniler, içinde Dörtyol'un da bulunduğu Kilikya bölgesini istiyorlardı. Hemen hemen aynı günlerde, 16 Şubat 1919'da Ermeniler, Fransızların sömürgelerinden getirdiği Müslüman askerlere bile saldırdılar. Müslümanların evlerini yakıp yıkarak talan ettiler. Katledilerek şehit edilen Müslümanların sayıları dahi tespit edilemedi. Fransız işgali altındaki Dörtyol ve diğer bölgelerdeki zulümler dünya kamuoyu tarafından görülmezken, bir liman ve kozmopolit özelliği taşıyan İskenderun'da yaşanan bu olay, dünyada büyük yankı buldu. Bu durum, İtilaf Devletlerini Ermenileri 'kullanma' konusunda bir kez daha düşünmeye sevk etti. Aslında bu olaya ilaveten İskenderun dışındaki tüm Kilikya'da Türklere karşı soygun, vahşet, namusa tasallut gibi alçakça saldırılar artık Fransızların da dikkatini çekiyor, Ermenilerden rahatsız olduklarını hissettiriyorlardı. İngiliz Suriye Komutanlığı, bu olaylara bir dur diyebilmek için derhal Ermenilerin bölgeden çekilmesini ve yerlerine İngiliz ordu birliklerinin konuşlandırılması talimatı verdi. Bunun üzerine 18 Şubat ile 16 Mart 1919 arasında Ermeni birlikleri İskenderun'dan çekildiler.(8) Çekilen bu Ermenileri İngilizler, Suriye'deki demiryolu istasyonlarını korumak üzere görevlendirmek istese de Ermeniler, sadece "Türklere saldırmak için" bu bölgeye geldiklerini, onları bu amaçtan alıkoyacak hiçbir görevi kabul etmeyeceklerini açıklayarak, emirlere de itaat etmeyeceklerini açıkça söylediler. Çok geçmeden bu Ermenilerin hemen hepsi İtilaf Devletleri'nin komutasından çıkarak Kilikya bölgesindeki asi Ermeni gruplarına katılarak Türk köylerini yakıp yıkmaya devam ettiler.(9)
Ermeniler'den Fransızlar da rahatsızdı
Ermenileri, kendi emelleri için kullanmak isteyen Fransa, Ermenilerle ilgili olumsuz gelişmeleri Ermeni lider Bogos Nubar'a bildirdi. Fransa Dışişleri Bakanlığı'nın 10 Mart 1919'da Nubar'a yolladığı mektupta kısaca: "Meydana gelen karışıklar, Ermeni taburunun disiplinsizliğinden meydana gelmiştir. Ermenilerin öç alma duygusuyla başına buyruk oluşundan dünya kamuoyu Fransızları sorumlu tutmakta, Ermeniler burada bizim kurmaya çalıştığımız sükuneti yerle bir etmektedir. İngiliz Konsolosluğu'ndan bize her gün hırsızlık, adam öldürme, işkence gibi konularda şikayetler gelmektedir." denilmekteydi. Daha sonra Ermenilere ait 19 astsubay, onbaşı ve er, 27 Haziran 1919 tarihi itibariyle divanı harpte yargılandılar. Bunlardan ikisi idam cezasına mahkum edilse de, General Hamelin'in Savunma Bakanlığı'na gönderdiği temyiz ve af talebi üzerine, karar hiçbir zaman uygulanmadı.(10)
Çetenin başarıları
İskenderun'da yukarıda anlatılan olaylar devam ederken, Dörtyol'da Kara Hasan ve çetelerinin, her gün yeni başarıları duyuluyordu. Kısa zamanda 300 kişiyi geçen Kara Hasan'ın milisleri, Nur Dağları'na sırtını yaslıyor, zaman zaman Fransız ve İngiliz birliklerinin intikal ettiği hatlara baskın düzenliyorlardı. Esas olarak da Dörtyol'un güneydoğu kısmında olan Gürlevik mevkiini karargah gibi kullanıyorlardı. Kara Hasan'ın yerini öğrenen Fransız birlikleri, Gürlevik'e gelerek makineli tüfekler ve top atışlarıyla Kara Hasan ve çetesine ateş açtılar. Altı saat kadar süren çarpışmada öyle anlar oldu ki bir ara Fransızlar, çetenin karargahına çok yaklaşmıştı. Bu esnada şiddetli bir ateşle karşılık veren Kara Hasan Paşa çetesi Fransızlara bir anda çok fazla kayıp verdirerek onları geri püskürttüler. Bu hali gören Fransızlar derhal geri çekilerek Rabat Köyü üzerinden Dörtyol'a geri dönmek zorunda kaldı. Bu başarı ile Kara Hasan Paşa artık halkın nazarında halk kahramanı olmuştu.(11)
Fransızlar ve Ermeniler Türkler'e canice, öç alma duygusuyla saldırıyorlardı
İngiltere ile Fransa, Suriye ve Kilikya'nın paylaşımı konusunda, uzun bir süre anlaşma sağlayamamıştı. Nihayet 13 Eylül 1919'da, 1. Dünya Savaşı sırasında İngiltere ile Fransa arasında yapılan Sykes-Picot Antlaşması'na uygun şekilde paylaşım yapan İngiltere ile Fransa, 'Suriye İtilafnamesi' adı verilen sözleşmeyi imzaladılar. 1 Kasım 1919'da İngiltere, Kilikya ile Suriye'den askerlerini çekerek bölgeyi Fransa'ya bıraktı. Bu sözleşme gereği sivil yönetim Türklerde kalacak, askeri otorite Fransızların olacaktı.(12) Fransa'nın bu tarihten sonra Çukurova ve civarında resmen işgali başladı. Kilikyanın ardından 29 Ekim 1919'da Kilis, 30 Ekim 1919'da Urfa ve Maraş, 5 Kasım 1919'da Antep Fransızlara devredildi. Kilikya'da Fransızların en üst düzey komutanı olan Albay Bremond'un yönetimi, bölge Türklerini çileden çıkartmaya yetiyordu. Zira Bremond, bölgede kurulan jandarma kuvvetlerinden yarısının Ermenilerden oluşmasını emretmişti. Oysa Kafkaslardan, Amerika'dan, Bulgaristan'dan "öç alma" duygusu ve "canice" düşüncelerle maksatlı olarak bölgeye intikal eden, hatta getirilen, tek ülküsü "Türkleri katletmek" olan Ermenilerin, polis ve jandarma gibi kolluk kuvvetlerinde yer alması demek, Türklerin katledilmesine onay vermek demekti. İşte Bremond'un ve adamlarının göz yummasıyla Türklerin gözleri oyuluyor, kulak ve burunları kesiliyor, kadınlar ayaklarından asılıp dövülüyor, ırzlarına tasallut ediliyor ve akıl almaz işkencelere maruz bırakılıyordu. Yasalar, tüzük, düzen, yöntem ve adalet sadece Fransız ve Ermeni subayların keyif ve görüşlerinden ibaretti. Kilikya'daki Türkleri ezmek, korkutmak, soymak ve katletmek için adeta bir cehennem makinası gibi işleyen üç kuruluş oluşturulmuştu. Bunlar;
1-Ermeni öç alayı ve Ermeni gönülleri ve fedaileri,
2-İşleri düzeltme ve sonuçlandırma komisyonları,
3-Kolluk hafiye ve casusluk örgütleri.(13)
Fransız Albay Bremond'un Türklere karşı husumeti bununla da bitmemişti. Hakimlerin atanmasına bile müdahalede bulunan Bremond, halkının karışık unsurlardan oluştuğunu bahane ederek, Haçin ve Dörtyol'daki mahkemelerin başına Müslüman olmayan hakimler atamıştı.(14)
Fransız ve Ermeni işgali tüm Kilikya'ya yayıldı
Dörtyol'da ilk kurşunla başlayan işgal kuvvetlerine karşı milli mücadele, Fransız askeri yöneticilerinin yanlışlıkları ve Ermeni taşkınlıkları sebebiyle, giderayak önce tüm Kilikya (Adana, Mersin, Tarsus, Osmaniye) ve Antakya, ardından Fransızların "resmî" işgali ile birlikte Maraş, Antep ve Urfa'ya kadar yayıldı.
Mustafa Kemal de böyleyi yakından takip ediyordu
Fransız işgali altındaki güney bölgesi ve buradaki direniş Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından da çok yakından izlenmekteydi. Sivas Kongresi'ne katılan az sayıdaki temsilciler arasında Kozan'dan gelen üç kişi de vardı. Bunlar Hulusi Kurtoğlu, Dava Vekili Emmi Mustafa ve Halil Topaloğlu idi. Kozan temsilcileri Adana ve havalisinin silah ve cephanesinin "Büyük Harpten" saklanmış olarak kendilerinde bulunduğunu, halkın zengin olup, servetlerinin böylesi bir milli harekâtı idareye yeterli olacağını, zahire ambarlarının dolu bulunduğunu, zülüm altındaki halkın ne pahasına olursa olsun Sivas'tan kuvvet değil, sadece emir ve işaret beklediklerini ifade etmişlerdi. Atatürk, yaklaşık bir yıl önce bulunduğu bu bölge hakkında son bilgileri aldıktan sonra, Binbaşı Kemal Bey'i (Kozanoğlu Doğan) "Kilikya Komutanı" olarak, Yüzbaşı Osman Bey'i de (Aydınoğlu Tufan) komutan yardımcılığına atadı. Fransız işgali altındaki Çukurova ve havalisi için Mustafa Kemal Paşa'nın talimatı şöyle idi:
1- Halkın kendi içinden istiklâl aşkı ile kalkınması,
2- Teşkilatın, kongrede tespit edilen nizamnameye göre yapılması,
3- Karaisalı tarafında toplanacak büyük bir milli kuvvetin, Adana istikametinde yapacağı hareketle Adana'yı zapt ettiği gibi, Fransızları da denize dökeceği,
4- Sivas'tan hareketin belli edilmemesi, isim ve kıyafetlerin değiştirilmesiydi.(15)
Kara Hasan Paşa'ya övgü
Milli mücadelenin çeşitli yerlerinde görev aldıktan sonra generalliğe de terfi etmiş bulunan Yüzbaşı Osman'ın (Osman Tufan), özellikle Andırın, Zeytun, Kadirli, Kozan, Osmaniye, Ceyhan, Dörtyol ve Yumurtalık bölgelerindeki askeri harekâta müdahil olduğu görülmektedir. Bu maksatla zaman zaman Dörtyol'un 'Kara Hasan Paşası' ile de yolları kesişiyordu. Osman Tufan Paşa yıllar sonra kaleme aldığı hatıratının bir yerinde, Dörtyollu milli mücadeleciler ve Kara Hasan'dan şöyle bahsetmektedir:
"Gavur Dağları'nda bulunan eşkiya ruhlu Kara Hasan çetesi, muhasarada bulunan Osmaniye'yi zapt edeceğimiz zaman, kendisinin çağrılmasını istemekte idi. Çapul maksadı aşikardı. Küstürmemek için onu Yumurtalık Kasabası'nın zaptı ile vazifelendirdim. Bir baskınla zapt ettiler. Fakat çok durmadan, işe yarar şeyleri ve mal sağlığını aldıktan sonra bırakıp gittiler. Yumurtalık'ın zaptı kolay işlerden değildi. Kara Hasan'ın muvaffakiyeti takdire şayandır. Yumurtalık'tan düşman gemilerle kaçmış, Kara Hasan da şehri terk etmiş olduğundan, idaresiz kalan kazayı Jandarma Subayı Teğmen Fethi ile mal memuru, Kuvayı Milliye adına idare etmekte iken karadan, denizden tekrar hücum eden düşmana karşı elden gelen müdafaayı yaparak, nihayet benim yanıma gelebilmişlerdi."
"Ora halkından yaptıkları teşkilâtla Yumurtalık'ı tekrar zapt ettiler. Kara Hasan kuvveti gibi çetelerle, bunlarla yakın olan bazı köylüler, Ceyhan suyunun güneyinden İskenderun'a kadar geniş bir sahada düşmanı daima bunalttılar. Teşkilata girmedikleri için iyi iaşelerini yağmacılıkla temin ettiklerinden köylüleri de bunaltmışlardı. Çapulculuğun vatanperveri de olsa, endazesi olmadığından bu çetelerin hayırları şerlerinden çok değildi."(16)
Çetenin yanlışlarını Kara Hasan Paşa düzeltirdi
Osman Tufan Paşa, muvazzaf bir askerin disiplinli ruhu içerisinde, belki de Kara Hasan'a tam hakkını verememiş olabilir. Ancak, o dönemde Fransızlar ve Ermenilerle mücadele ederken, yiyecek, giyecek, silah, cephane ve ulaşım vasıtası (at, eşek gibi) sıkıntısı çeken bu insanların, çoğunlukla bu ihtiyaçları bağış yoluyla temin etmelerine karşın, bazen içlerindeki cahil Çete mensuplarının hatalarıyla suçlandıkları da yanlış değildir. Böylesi hatalardan birini, bizzat Kara Hasan'ın kardeşi ve yardımcısı olan Kara Ahmet şöyle anlatmıştır:
"Hassa'dan döndüğümüzde, Ermeni çetelerinin, Türk halkını taciz ettiklerini öğrendik. Ermeni çetelerinin Türk mallarını yağma etmeleri üzerine kasaba boşalmaya başlamış. Malını Ermeni'ye vermek istemeyen kasabadan uzaklaşmıştı. Ben de arkadaşım Mustafa ile Hafız Hoca'nın evine gönderildim. Hassa'dan geldiğimizde yiyecek yoktu. Hafız'ın tek oğlu Hicaz'da gazi, Sarıkamış'ta şehit olmuştu. Şehit oğlunun hanımı ve iki torunu ile savunmasız şekilde, Ocaklı'da oturuyordu. Ermeni çeteleri için kolay bir avdı. Hafız'a ben 'Hafız, Hasan Paşa'nın selamı var. Kapıdaki malları Ermeni çeteleri almadan bize versin, diyor!' dedim. Hafız, gözleri dolu ağlamaklı bir sesle 'Hepsini alın ama elimin ulağı eşeğimi bırakın!' dedi. Biz malları aldık gittik. Hoca'ya eşeğini bıraktık."(17)
Bu olaydan az bir zaman sonra Erzin'den dönmekte olan Hafız Hoca'nın Başlamış Köyü sapağında üç Türk çeteci tarafından yolu kesilerek, eşeği elinden alınır. Bunun üzerine Hafız Hoca da çeteleri takip ederek, Kara Hasan'ın karargahının bulunduğu Kocadüz yaylasına ulaşır. Aynı zamanda ozan olan Hafız Hoca, derdini şu iki dörtlükle anlatır:
Kütükte yazılı benim körlüğüm,
Hiç gitmiyor şu dünyada darlığım,
Bir eşeğim vardı dirim dirliğim,
Aldılar elimden bir Hasan Paşa!
Hafız Hoca söyler bunu özünden,
Ağlasam da yaş çıkmıyor gözümden,
Bir eşeğim vardı aldılar elimden,
Arzuhal eyliyom bir Hasan Paşa!
Bu serzeniş ve sitemi anlayan Hasan Paşa, emir vererek eşeği getirtir. Gece yarısı olduğu halde evine gitmek isteyen Hafız'a azık da hazırlattıktan sonra, "Kusura bakma Hafız, eşeğini alan çeteler daha yeni geldiler. Kendilerini göstermek isterken yanlış ettiler. Şükür ki sana denk geldi. Lafını bilmeze gelseydi, adımız eşek hırsızına çıkardı!" diyerek Hafız Hoca'yı yolcu etmiştir.(18)
Tayfur Sökmen çetesiyle mücadeleye devam ettiler
Bir müddet sonra, Fransızların üstün teknolojik kuvvetleri karşısında barınmak da güçlük çeken Kara Hasan ve ekibi, Nur Dağları'nın diğer tarafında Antakya-Reyhanlı-Hassa bölgesinde Fransızlarla mücadele eden Tayfur Bey (Sökmen) ve arkadaşlarına sığınmışlardı. Kara Hasan ile birlikte Papanoğlu Mustafa, Fakı'nın oğulları ve kardeşleri, Kafadar Mehmet ve 30 civarında Çete üyesi Kuseyri'de Tayfur Beylerin grubuna katılmışlardı. Bu takviye kuvvetle mücadeleyi arttıran Antakya-Reyhanlı grubu, hemen her gün bir yerde mutlaka Fransızlara saldırıyorlardı.(19)
Pierre Loti'den Türkler'e övgü dolu sözler
Kilikya'da Ermenilerle destekli Fransız kuvvetleri ve Kuvayi Milliye'den oluşan Türk kuvvetleri arasında devam eden savaşlar Fransız kamuoyunda 1919 yılı sonlarına doğru daha fazla ilgi çekmeye başladı. Türk dostu olarak da bilinen Fransız Pierre (Pier) Loti, Kilikya'daki savaşı, bölgeyi ve Türk insanını şöyle anlatıyordu:
"Aslında bu ülke kapısız yüksek duvarlarla çevrilmeye, dış temaslardan korunmaya layıktır. Ta ki aşırı hareketli ve dengesiz dünyamızda sükunet ve hayal için bari bir köşe kalsın. Burası, lekesiz bir dürüstlüğün gerçek yurdu, Yakın Doğu'nun Levantenleri'nin menfaatperestliği ve üçkağıtçılığını asla kendine bulaştırmayan bir cennettir. Bu ülkede işler yazıya dökülmeden yapılır, verilen söz yeterdir. Orada gelenekler saf olarak kalmıştır. En yoksul insanlarda bile yaygın bir erdem şeklinde şovalyece bir konukseverlik gösterilir.
İlk gençlik çağımda bir Türk ile at üstünde ve silahsız Kilikya'da dolaştığımı hatırlıyorum. Pembe zakkum çiçeklerinin dağları kapladığı mevsimde idik. Her yerde, en küçük köylerde bile dost gibi karşılanıyorduk."
Fransız kamuoyu Kilikya'yı muhtemelen Pierre Loti kadar tanımıyor ve hatta Suriye'nin bir parçası sanıyordu. Kilikya'yı bir sömürge haline sokmayı düşünen devlet adamları raporlar hazırlatmışlardı. Bu raporlardan biri de Fransa'nın Beyrut'taki Yüksek Komiserliği'nde görevli ziraat mühendisi Archard tarafından hazırlanmıştı. 1919 yılında bölgeyi dolaşan Archard, raporunda; "Kilikya'nın Fransa'nın tüm pamuk ihtiyacını karşılayabileceğini" ifadeyle, Kilikya ile birlikte Kuzey Suriye'nin de Fransa'nın elinde olması gerektiğini belirtiyordu.(20)
Fransız Genelkurmayı'ndan kendi generaline red
Suriye-Kilikya bölgesinin en üst düzeydeki Fransız komiseri General Gouraud, Aralık 1919 içerisinde, Ermenileri yeniden teşkil ederek, Türk milislerine karşı destek arayışına gitmek istedi. Ancak Fransız Genelkurmay Başkanlığı'ndan Gouraud'a gelen cevapta isteğe olumsuz yaklaşılarak, "İdame ettirmek bile Fransa'nın çıkarlarına uygun değilken Kilikya'daki işgal kuvvetlerini attırmak olacak iş değildir, çünkü Kilikya'da üstlendiğimiz barış getirme işinin gereklerine denk düşmemektedir. Bu amaç için Türklerden oluşan bir yabancı asker taburu teşkili öngörülmektedir!" denilmiştir. Zaten bir süre sonra, 10 Ocak 1920'de Kıbrıs'taki destek kampının (lejyoner kampı) kapatılması emri ve 1 Ağustos 1920'de de Ermeni lejyonuna son verilmesi ile ilgili nihai emir verildi.(21)
Her ne kadar lejyon birliklerine son verilmiş olsa ve Türklerin direnişi artış kaydetse de, Ermeni taşkınlıkları hemen durmamıştı. Zira Sevres Antlaşması gereği Ermenilere en azından doğu Anadolu'da bir yurt verilmesi hükme bağlanmıştı. Oysa Ermenilerin planları içerisinde "Kilikya Ermeni Baronluğu"nu kurmak ve yaşatmak ülküsü vardı. Bu maksatla da Çukurova'ya büyük bir göç gerçekleştirmişlerdi. Amerikan arşiv kaynaklarına göre Temmuz 1920 tarihi itibari ile Dörtyol'da 20.000 Ermeni mevcuttu. Aynı tarihte Adana'da 100.000, Mersin'de 15.000, Tarsus'da 10.000, Osmaniye'de 500, Ceyhan-Misis-Nacarlı'da 1000, Hasanbeyli'de 8.000, Bahçe-Haruniye'de 10.000 civarı Ermeni bulunuyordu.(22) İşte bu Ermeni mevcudundan kuvvet aldıkları anlaşılan Ermeniler, 10 Temmuz 1920'de Viyana'da yayınlanan Neue Freie Press gazetesinde Ermeni-Fransız ortak savaşını şöyle tanımlamaktadırlar: "Ermeniler Gavurdağı'ndan (Amanoslar) ilerleyerek islahiye'yi aldılar ve bir de Fransız devotu ganimet edindiler. Payas, Dörtyol, Adana ve Mersin onların eline geçti. Ermeni yetkilileri 16 Haziran'da Kemal Paşa'ya aşağıdaki ültimatomu verdi: "24 saat için de bütün Kilikya'dan geri Çekilmelisiniz, aksi durumda yediden yetmişe bütün Müslüman erkekler kılıçtan geçirilecek." Ayrıca Fransızların boşaltacağı bölgelerin 24 saat içerisinde Ermeni Cumhuriyeti'ne teslim edilmeleri talep edildi.(23)
Kilikya'da o dönem bulunan Ermeni çetelerinden biri (Sağda, Müslüman bir kadının karnını yararak aldığı cenini tutan Ermeni'ye dikkat.
Ancak, hem Suriye'de, hem de Fransa'nın Kilikya bölgesinde Fransız birliklerine karşı çarpışan Müslümanların sayısında ve başarıların da artışlar kaydedildi. Bu durum artık Fransız basınında açıkça sorgulanıyordu. Kasım 1920'den itibaren Fransa'da Journal des Debast dışında, neredeyse tüm basın organları Fransa'nın Kilikya'da barışı sağlaması gerektiğini yazıyorlardı. Bunlardan Lyon'da 7 Kasım 1920'de yayınlanan Le Progres, "Suriye ve Kilikya, bir düşmanın elimizden almaya çalıştığı iki Fransız bölgesi midir? Dünya Savaşı'nda 1.5 milyon adam kaybettikten sonra fazladan hala 100 bin adamız mı var? Kilikya'da, Suriye'de veya başka yerde bizi tüketen bir fetih savaşı için ne bir adam, ne bir kuruş!" diye yazıyor ve Fransa'nın neden hala Türkiye ile savaştığının cevabını arıyordu. O dönemin La Dipeche, Le Figaro, L'Ouest Eclair, Le Petit Provencal, Le Temps gibi gazeteleri de, Fransa'nın bu "kirli" savaşı konusundaki tepkilerinde pek farklı değillerdi. Sevres Antlaşması hükümlerine rağmen Fransız basını, Fransa'nın Orta Doğu'daki savaşta insan ve kaynak kaybetmesini sert bir şekilde eleştirmeyi sürdürüyordu. 13 Aralık 1920 tarihli Le Temps'in başyazısında İngiltere'nin İstanbul ve Kıbrıs'ı, İtalya'nın Rodos'u elde ettiği ve Yunanistan'ın Anadolu'daki faaliyetlerini sadece izledikleri belirtilerek, Fransa için şu eleştiriler ve öneriler getirilmekteydi:
"Oysa Türklere karşı yalnız başına giriştiği, milyonlarını harcadığı, askerlerini kaybettiği bir savaş nedeniyle Fransa 'bakalım ne olacak' gibi bir tutum izleme şansından yoksundur. Kilikya'da, Kasım sonlarında çarpışmalar kızışmış, hiç umulmadık bir yerde, İskenderun-Halep arasında Türkler saldırıya geçmişler, Fransızlara çok kayıp verdirmişlerdir. Kuşkusuz 'ciddi bir ihtar' karşısında bulunulmaktadır. Eğer Fransız hükümeti gözünü dört açmazsa askerleri Kilikya'da hatta Suriye'de yalnızca yer yer saldırılara uğramakla kalmaz, fakat büyük bir Asya fırtınasının etkileri oradan Kuzey Afrika'yı da sarabilir. Türklerle barış yapmak için Sevres Antlaşmasını değiştirmeye kararlı olmak gerekir. Veya hiç değilse Fransa'nın antlaşmayı değiştirmeye kararlı olduğu ve çaba göstereceği söylenmeli. Böyle bir dil kullanmak Fransa için tükürdüğünü yalamak değil, fakat bir kurtuluştur, çünkü herkes biliyor ki Sevres Antlaşması Fransa'nın isteğine uygun değildir. Böyle bir konuşmaya hazır mıyız?
Bir kez daha durumu özetleyelim. Üç soru ve üç cevap yeter:
1- Doğu'da niçin adam kaybediyoruz?
2- Türklerin oturduğu Kilikya'yı neden işgal ediyoruz?
3- Fransa Türklerle neden hala barış halinde değil?"(24)
*Bu araştırma makalesinin hazırlanmasında bize kaynaklık eden en başta Celalettin Yavuz Beyefendi'ye ve kaynakçada adı geçen kişilere teşekkürü bir borç biliriz. (Dortyol.com)
Kaynakça
(1) Zamir Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, sayfa 126-127, Tan Matbaası, 1961, İstanbul.
(2) Süleyman Hatipoğlu, Fransa'nın Çukurova'yı işgali ve Pozantı Kongresi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1989, sayfa 18.
(3) Nuri Aydın Konuralp, Hatay Kurtuluş ve Kurtarış Mücadelesi Tarihi, Hatay Postası Basımevi, İskenderun, 1996, sayfa 21.
(4) Ahmet Faik Türkmen, Hatay Manda Tarihi: Silahlı Mücadele Devresi 4. Cilt, Tan Matbaası, İstanbul, 1939.
(5) Nuri Aydın Konuralp, Hatay Kurtuluş ve Kurtarış Mücadelesi Tarihi, Hatay Postası Basımevi, İskenderun, 1996, sayfa 34-35.
(6) Türk İstiklal Harbi: Güney Cephesi, sayfa 56.
(7) Selahi R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, Cilt 1, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1995, Sayfa 21.
(8) Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün, (Çev. Bilge Umar), İnkılap Yayınları, İstanbul, 1998.
(9) Stanford J. Shaw, Ermeni Lejyonu ve Kilikya'daki Ermeni Topluluğunun Tahribatı, (Editör Türkkaya Ataöv), TBMM Kültür Sanat Yayınları, Ankara, 2002, Sayfa 176-177.
(10) Ulvi Keser, Kıbrıs ? Anadolu ekseninde Ermeni Doğu Lejyonu, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Yayını, Ankara, 2007, Sayfa 158-159-160.
(11) Türk İstiklal Harbi: Güney Cephesi, sayfa 57.
(12) Kemal Çelik, Milli Mücadelede Adana ve Havalisi (1918-1922), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1999.
(13) Ali Saip Ursavaş, Kilikya Dramı ve Urfa?nın Kurtuluş Savaşları, (Çev: Hüseyin Işık), Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2001, sayfa 27-28, ayrıca bkz: Celalettin Yavuz, Geçmişten Geleceğe Suriye-Türkiye İlişkileri, ATO yayınları, Ankara, 2005, sayfa 234.
(14) Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Fransız İlişkileri (1918-1919), cilt 2, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Ankara, 2002, sayfa 120.
(15) Osman Tufan, Osman Tufan Paşa'nın Kurtuluş Savaşı Hatıraları-Kilikya Doğu Bölgesinde Milli Hareketler ve Kozan Sancağı ile Mülhakatanın Kurtuluş Hatıraları, Arma yayınları, 2. baskı, 1998, sayfa 13-14.
(16) Osman Tufan, Osman Tufan Paşa'nın Kurtuluş Savaşı Hatıraları-Kilikya Doğu Bölgesinde müMilli Hareketler ve Kozan Sancağı ile Mülhakatanın Kurtuluş Hatıraları, Arma Yayınları, 2. baskı, 1998, sayfa 72-73.
(17) Kadir Aslan, Milli Mücadelede Dörtyol, Kültür Ofset Basımevi, Antakya, 1991.
(18) Fevzi Yavuz, 'Hafız Hoca', İlk Kurşun Gazetesi, Dörtyol.
(19) Tayfur Sökmen, Hatay'ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1992, sayfa 40.
(20) Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu (1919-1922), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1975, sayfa 120-121.
(21) Stanford J. Shaw, agk, sayfa 176-177.
(22) Hikmet Özdemir, Turan Çiçek, Kemal Ömer Çalık, Yusuf Halaçoğlu, Ermeniler: Sürgün ve Göç, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2004.
(23) Hikmet Özdemir, agk, sayfa 40.
(24) Yahya akyüz, agk, sayfa 192-197.